Gül Çiftçi
“Yoksulluk Kader Değil” Diyenlerin Şehri: Hakkari
Türkiye’nin en doğusunda, yüksek dağların arasında bir şehir sessizce nefes alıyor: Hakkari,
Kimi onu “doğal güzelliklerin şehri” diye anlatır; oysa Hakkari, bugün en çok yoksulluğuyla, işsizliğiyle ve unutulmuşluğuyla hatırlanmayı hak ediyor. Çünkü bu şehir, yıllardır göz göre göre kaderine terk edildi.
TÜİK verilerine göre Van-Muş-Bitlis-Hakkari hattı, Türkiye’nin en yoksul bölgesi. Fakat bu tabloyu anlamak için istatistik okumaya gerek yok; sokaklarda yürümek yeterli. O rakamların ardında, boş tencerelerin, iş bulamayan gençlerin, göç yollarına düşen ailelerin ve geleceğini başka şehirlerde aramak zorunda kalan çocukların hikâyesi saklı.
Peki, bu manzarayı değiştirmek için ne yapıldı?
Neredeyse hiçbir şey. Seçim dönemlerinde verilen büyük vaatler, sandıklar kapandıktan sonra rüzgârda savrulup gitti. “Yatırım yapılacak, istihdam artacak, gençler iş bulacak” denildi; ama seçim bitince sözler de bitti.
Ve Hakkari yine aynı yerde kaldı: yoksulluğun kıyısında, umutsuzluğun ortasında.
Bugün Hakkari’de binlerce aile sosyal yardımlarla ayakta durmaya çalışıyor. Oysa yardım, geçici bir pansumandır; açlığı bastırabilir ama yoksulluğu iyileştirmez. Çünkü mesele işsizliktir.
Bir şehirde gençler iş bulamıyor, kadınlar üretime katılamıyor, çocuklar eğitimde eşit fırsatlara ulaşamıyorsa, orada verilen yardım değil, sadece oyalamadır. Hakkari de yıllardır bu oyalamaların gölgesinde yaşıyor.
Gelir adaletsizliği ise uçurum halini almış durumda.
Batıdaki bir vatandaşın cebinden çıkan harçlık, burada bir ailenin bir aylık geçim umudu olabiliyor.
İşte doğu ile batı arasındaki o derin uçurum!
Bu mudur sosyal devlet? Bu mudur adalet?
Yıllardır “eşitlik”, “adalet”, “kalkınma” kelimeleri meydanlarda yankılandı, ama Hakkari’ye hiç ulaşmadı. Bu şehrin insanı dilenmiyor — yalnızca hakkını istiyor. Onurlu bir yaşam, alın teriyle kazanılmış bir ekmek, çocuklarına umut dolu bir gelecek istiyor.
Ancak gençler umutsuzlukla göç ediyor, aileler parçalanıyor, kadınlar üretimden uzaklaştırılıyor, çocuklar eğitimin eşiğinde takılıp kalıyor. Sonra da “yardımlar var, kimse aç değil” denilerek bu tabloya göz yumuluyor.
Bir şehri yardımlarla ayakta tutmak çözüm değildir; vicdanın sessizliğe terk edilmesidir.
Eğer bugün Hakkari “yoksulluğun başkenti” haline geldiyse, bunun nedeni yalnızca sert coğrafyası değil; onu yıllardır görmezden gelen siyasetçiler, ilgisiz yöneticiler ve duyarsız bürokratlardır.
Bir ülke, doğusunu yoksulluğa terk ederken batısında huzur bulamaz.
Çünkü bu ülkenin refahı da, onuru da, geleceği de doğusuyla batısıyla birdir.
Eğer Hakkari unutulmaya devam ederse, bu yalnızca Hakkari’nin değil, tüm Türkiye’nin utancı olacaktır. Çünkü bir şehir açlığa, işsizliğe, umutsuzluğa terk edilirse; o utanç, sadece o şehirde yaşayanların değil, hepimizin ortak utancıdır.
Peki Çözüm Nedir?
Hakkari’nin kaderi yoksulluk olmak zorunda değil. Bu şehri ayağa kaldıracak yollar belli, yalnızca irade gerekiyor:
-İstihdam yaratılmalı; gençlere iş sahaları açılmalı, yerel girişimciler desteklenmeli.
-Tarım ve hayvancılık yeniden canlandırılmalı; Hakkari’nin doğası kendi kendine yetebilecek bir potansiyele sahip.
-Kadın kooperatifleri kurulmalı; çünkü kadın üretirse şehir de nefes alır.
-Sanayi ve küçük işletmeler teşvik edilmeli; atölyeler, üretim merkezleri kurulmadan kalkınma sadece bir slogandır.
-Eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalı; Hakkari’nin çocukları da batıdaki akranlarıyla aynı imkânlara sahip olmalı.
-Altyapı ve ulaşım güçlendirilmeli ki yatırımcı gelsin, ticaret canlansın.
Hakkari’nin insanı çalışkan, onurlu ve üretken. Tek istedikleri şey, fırsat.
Eğer bu fırsat verilirse, Hakkari yalnızca yoksulluğun değil, kalkınmanın da başkenti olabilir.
Ve o gün geldiğinde, bu ülke yalnızca bir şehrini değil, vicdanını da kurtarmış olacaktır.
