Barış Dayan
Hakkari’de Genç Olmak: Dağların Gölgesinde Büyüyen Umut!
Biz Hakkari’de genç olduk:
Dağlara bakarak büyüdük; sertti kayası, sertti kışı… Ama en çok da hayatın kendisi sertti. Bizim çocukluğumuzun fon sesiydi helikopterler, sirenler, yasaklı dağ yolları ve dar patikalar. Her sabah şehrin üzerine çöken sis gibi çökerdi üstümüze gelecek kaygısı. Yine de umut ettik. Çünkü insan dediğin biraz umut, biraz da inatla yaşar.
“Dağlar bize benzer” der şair.
“Tek kişilik hürriyet gibidir” der.
Bizim gençliğimiz de böyledir işte: Ya özgür olacağız ya da köklerimizle mahkûm kalacağız.
Hakkari’de genç olmak, üniversite kapısına dayanmış hayallerin maliyet hesabıyla çarpışmasıdır. İşsizlik boğazımıza sarılmış bir el gibi… Bir köşede diplomalı işsiz, öte köşede okulunu yarıda bırakmış bir delikanlı. Herkesin cebinde umut, elinde valiz. Batı’ya göç etmek bir tercih değil, çoğu zaman mecburiyettir. Çünkü burada “çalışacak bir iş” değil, “beklenecek bir kader” vardır.
Ama problem sadece iktisadi değil.
Bizim gençliğimizin üstünde bir yük daha var: Aşiret düzeni.
Adımızın önüne gençliğimiz değil, aşiretimiz yazılır çoğu zaman. Bizim enerjimizden, hayallerimizden, öfkemizden güç devşirmek isteyenler olur. Gençleri birer insan değil, birer “güç unsuru” gören bir düzen…
Bir bakmışsın kardeş bildiğin çocuk, birilerinin kavgasında sana düşman.
Bir bakmışsın birinin onuru için geleceğinden eksiliyor.
Bizim en büyük sınavımız çoğu zaman zorlu coğrafi koşullar değil, bize ait olmayan kavgaların içine sıkıştırılmaktır. Bu muydu bize “ilkel avcı-toplayıcı” toplumlardan kalan miras?
Oysa biz kimsenin silahı, kimsenin piyonu, kimsenin gölgesi olmak istemedik.
Kendi hayatımızı kurmak, kendi yolumuzda yürümek istedik.
Aşiret çatışmaları gençlerin kanıyla değil, aklıyla ve barış isteğiyle çözülmelidir.
İstencimiz ve direncimiz bu yönde olmalı, kendi hayatımızın şahı, İdealar Dünyası’nda parlak ve aydınlık yolu bulmak istedik.
Göç edersin…
Ama gittiğin yerde de tam anlamıyla var olamazsın.
İstanbul’un kalabalığında kaybolursun, İzmir’in sıcağında bile üşürsün.
Sormadan yapıştırırlar etiketini:
“Doğulu” …
“Kaçak elektrikçi” …
“Siyasetle büyümüş, tehlikeli” …
Bir bakmışsın kimlik değil, yük taşıyorsun omuzlarında.
“Yorulmak nedir bilmeden yürürüz geceleri,
Yıldızlar gibi uzak, ateş gibi yakınız.”
Gurbetteki Hakkarili genç tam olarak budur. Uzak ama yakıcı.
Hem vatanından uzakta hem de yüreğinin ortasına saplı bir memleket hasretiyle.
Batı’da çalışırsın, alın terin ağırdır.
İki iş yaparsın.
Üç kuruşa razı olursun.
Ama en çok içini yakan, işin zorluğu değil; sofrada konuşulan kelimelerdir:
“Oralar zaten geri kalmış, kusurlu ve noksandır”
Bilmezler ki geri kalmış, kusurlu ve noksan olan biz değiliz; bizi yıllarca görmezden gelen politikalar, üstümüzden güç devşiren feodal düzen ve yok sayılan gençliğimizdir.
Hakkari’de delikanlı olmak bazen bir yas mektubudur.
Bazen yarıda bırakılmış bir türkü, bazen kimliğini saklama gereği duyduğun bir otobüs koltuğudur.
Bazen de aşiret düzeninin arasına sıkışıp nefes aradığın bir kıraathane köşesidir.
Ama biz vazgeçmeyiz.
Bizim damarlarımızda isyan dolaşır, direniş fısıldar rüzgâr.
Düşsek de kalkmasını biliriz.
Özdemir Asaf der ya: “Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz.”
Biz yalnızlığımızı bölüştükçe büyüdük.
Birbirimize tutunduk.
Bir arkadaşın gidişi, bir mahallenin eksilmesiydi bizde.
Göç eden her genç, şehirden bir parça koparır yanında.
Geride annelerin gözyaşı, kıraathanelerin boş sandalyeleri kalır.
Ama inanıyorum.
Bir gün bu topraklarda geleceğe emin adımlarla yürüyen nesiller olacak.
Bir gün Hakkari’den gidenler değil, dönenler konuşulacak.
Bir gün dağlar geçit değil, umut yolu olacak.
Ve bir gün gençler aşiretlerin değil, kendi hayallerinin ardından yürüyecek.
Bu ülke eşitlikten utanmayacak.
Bu coğrafya unutulmuşların değil, direnmişlerin öyküsüyle anılacak.
Bizim hikâyemiz bitmedi.
Henüz kalemin mürekkebi kurumadı.
Çünkü biz Hakkari’nin gençleriyiz:
Kaybetmeye alışmış görünsek de aslında kazanmayı en çok isteyenler biziz.
