Selahattin Demirtaş'ın dokuz günlük savunmasının tam metni

Selahattin Demirtaş'ın dokuz günlük savunmasının tam metni

HDP eski EŞ Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın Kobane Davası'nda dokuz gün boyunca yaptığı savunmanın tam metni...

IŞİD’in Kobane’ye yönelik saldırılarına karşılık 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişi hakkında açılan Kobane Davası, bugünkü duruşmasıyla devam etti.

Selahattin Demirtaş, SEGBİS'le bağlandığı duruşmada dokuz gün boyunca savunma yaptı. Demirtaş'ın gün gün savunmasının tam metni şöyle:

BİRİNCİ GÜN:

7 yıllık tutukluluğum boyunca ilk savunmamı veriyorum. Bundan öncekiler savunmam değil tutukluluk incelemeleri ve isnat edilen suçlara ilişkin kısa ve bu bağlamdaki savunmalardı. Davaya ilişkin ilk defa savunma yapıyorum. Ben savunmamı siz mahkemeye değil halka sunuyorum. Dokuz yıllık kumpasa vereceğim savunmam kaç gün sürer bilmiyorum. Mahkeme sözümü kesmediği ve tutanağa geçirdiği sürece savunma yapacağım. Hakkımdaki suçlamaların tamamı mitinglerdeki basın açıklamalarında yaptığım konuşmalardır. Bu hukuki bir yargılama değil, bir siyasi intikam davasıdır. Yargılanan diğer arkadaşlar da benzer durumda ama şu an bana yöneltilen konuşmalar hakkında savunma yapacağım.

(Soylu'nun Sırrı Sakık a dünkü 'terör' konuşmasını hatırlatarak)

Ne terörü bunun adı savaştır, savaş değil diyorsa iç hukuku hatırlatırım. Yasaya göre teslim ol çağrısı yapılır, uygulamazsa sivil hakkı tehlike atmayacak şekilde müdahale edebilir, Süleyman Soylu sen bunu bilmiyor musun? Barış için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız yeter ki eşit özgür yaşayabilelim. Milliyetçilik gazına getirerek bayrak asanlar, o operasyonlara gönderenler siz sorumlusunuz. DEM Parti 'Askerleri dağa göndereceğinize, Kürt gençlerinin dağa çıkmasına zemin hazırlayacağınıza 'gelin tecriti yıkalım' diyor. Biz barış siz siyasetçiyiz. Barış nasıl olacakmış? Teslim olarak. Teslim olmanın barış olduğu nerede görülmüş? Teslim olmak teslim olmaktır. Hepimiz Türk resmi ideolojisine teslim olacakmışız. Gelin siz 'Kürdüz' deyin öyleyse.

Biz birlikte yaşayalım silahlar sussun diye uğraştık bunun bedelini ödedik. Hala yargılanıyoruz. Yargılanırken bize neler yaşatmadınız? Ailelerimiz yollarda kazalar geçirdi, hala barış dedik diye yargılanıyoruz. Daha yargılamamız bitmeden bizim örgüt üyesi olduğumuzu karar verdiniz. (Selçuk Mızraklı'yı kastederek) Biz burada iki kişiyiz başka bir hükümlü ile temasımız yok ama duyuyoruz; başka sebeplerle örgüt üyeliğinden yargılanan hükümlülerin yargılanması bitti biz hala buradayız. Bize diz çöktürdüğünüzü sanıyorsunuz. Halkımızın onurlu mücadelesinin karşında onurlu bir mücadele yürütmeye çalıştık. Maalesef tüm çabalarımıza rağmen istediğimiz siyasi başarıyı elde edemedik. Bunun için halkımızdan özür dilerim. Bu her şeyden önce onurlu yaşam mücadelesidir.

Biliyoruz ki siz kararınızı çoktan vermişsiniz, ferman yazılmış. Ancak kararınızın bizim ve halkımızın nazarında hiçbir hükmü yoktur. Bize baş eğdiremediniz. Kararı yüzüme okumanıza müsaade etmeyeceğim. Karar açıklandığı zaman eşime, kızlarıma, sizlere vasiyetimdir. Karar açıklandığı zaman davul-zurnalarla karşılayın. Çünkü biz de burada öyle karşılayacağız. Müzakere ve diyalogdan kaçanlar bu ölümlerin sorumlusudur. Kendi siyasi ikbali için savaştan medet uman her siyasetçi ikiyüzlüdür. Halkın evlatlarının kanı üzerine kendisine iktidar alanı yaratanlar ahlaktan nasibini almamış vicdansızlardır. Bu gidişata dur diyecek olan sadece ve sadece yoksul halktır. Biz demokratik çözüme inanan siyasetçileriz. Sırf bunu istedik diye yıllarca rehin tutulmamıza rağmen halen içeriden barış diye haykırıyoruz. Bugün Türkiye, evlatları için ağlıyorsa dönüp siyasetçilerden hesap sorma vaktidir. Sıcak koltuklarından operasyon kararı verirken -20 derecede operasyona gönderdikleri gençlerin sırtına Kürt sorununu yükleyenlerden hesap sorulmalıdır. Meclis'teki tüm partiler Kürt sorunun çözümünde sorumludur. Türkiye Cumhuriyeti'nin Kürt sorununa ilişkin Abdullah Öcalan görüşmesini onaylıyorum, doğru buluyorum DEM Parti'nin de bu durumda görüşmesini doğru buluyorum. DEM Parti’nin halkı temsil etme hakkını ve meşru muhataplığını savunuyorum. DEM Parti’yi kabul etmeyen kim varsa ben de onları tanımıyorum. Benim irademin, halkı temsil hakkımı tanımayanı ben de tanımıyorum. Benim iradem bana aittir. Siyasetçileri, özel olarak da beni yok saymaya, yok etmeye, yalan kumpaslarla tasfiye etmeye çalışanlara şunu söylüyorum; demokrasi ve barışı savunan herkesin dostuyum. Bunu kabul etmeyen hiç kimseyi tanımayacağımı açıkça ilan ediyorum. Savunmamı bu şekilde yapıyorum. Savunmam halkadır, karşımda bağımsız bir heyet yok.

(İzzet Özgenç'in bilgi notundan alıntı yaparak) Cumhurbaşkanı Başdanışmanı diyor ki "Can Atalay vekil seçildiğinde Yargıtayla görüştüm. Bu kişi vekil seçilirse tartışma yaratır. Temyiz süreci hızlanmalı" diyor. Demek ki bir Cumhurbaşkanı Danışmanı çok rahat Yargıtay üyesi ile görüşebiliyor. Yargıtay 3. Dairesi neresi? Bizim de davamızın gideceği yer. Yargıtay uygulamada olmayan bir karar verdi Atalay için. (İzzet Özgenç'ten alıntı yapmaya devam etti) "Efkan ala ile bir araya geldik ve Yargıtay'ın kararı tek başına veremeyeceğine karar vermiş olamaz" Bu şekilde yazmış Özgenç notuna. Yargıtay Başkanı'na, 'Yargıtay postu içinde olan kişi' diyerek bu konuşmasında iş dışı protokollerde bazı kişilerle buluştuğunu söylüyor, Yargıtay Başkanı'nın yeniden aday olacağına da yer veriyor. Yargıtay'ın bu kararları bu sebeplerle kendi vermiş olduğu notlarını Cumhurbaşkanı'na iletiyor. Peki bu kişiler sizle de görüşür mü? Yani "Yargıtay postu giyen kişi" diyor. Siz koca ağır ceza hakimlerisiniz? Kişiliklerinizi bir tarafa bırakarak soruyorum Sizle de görüşülürler mi?' Cübbelerinizi çıkarın, sizinle siyaset tartışalım. Çok da saygı duyarım, kıran kırana tartışırız. Siz siyaset yapabiliyorsunuzİ biz yargılandığımız için yapamıyoruz. Siz mahkeme kürsüsünden yapıyorsunuz. Bizim cübbemiz yok, sizin var. Dolayısıyla tartışma hukuk zemininde yürüyormuş görüntüsünü kabul etmiyoruz. (Hannah Arendt’in Kötülüğün Sıradanlığı kitabını hatırlatarak) Bize yapılanlar düşman hukukunda bile yok. Ortaçağ’da vardı. Ailelerini kaybedenler oldu, yanlarında olamadık. Cenazelerine birkaç saat katılanlar oldu. Taziyesini, acısını yakınları ile paylaşamadan getirdiniz. Benim ailem buraya birkaç kilometre kala kaza geçirdiler. 10 dakika konuşabildim telefonla. İnsanlık hukukunda da yok bu. İşte "Kürt belediye başkanlarını sürdük" dediniz. Biz sadece tutuklu da değil sürgünüz. Sürgün etmeseydiniz ailelerimiz de yaşamazdı bunları.

Bu ülkenin pek çok şeyi gibi milliyetçiliği ve dindarlığı çakmadır. Fakat Türkiye’nin milliyetçiliği ‘bir Türk dünyaya bedeldir’ diye ahkam keserken öte yandan kendi milletini ahlaken ve bütün değerleriyle çöktürüyorlar. Mustafa Kemal, Samsun'a çıktığında Bodrum'a, Fethiye'ye gitmek aklına gelmez. Erzurum’a gider. Doğu Beylerine mektuplarının hiçbirinde ne 'Siz Kürtsünüz', ne 'Sizinin diliniz Kürtçe’dir' der. Bugün Şeyh Said gündemine ilişkin konuşan ulusalcılar sizlere de diyorum; Mustafa Kemal, Kürt şeyhlerine "Cumhuriyeti kurup halifeliği kaldıracağız" dememiştir. "Halife uğruna savaşıyoruz" demiştir. Şeyh Said'in isyanı bunadır. Şeyh Said "Bize ihanet ettiniz" demektedir. Bugün Şeyh Said'e ihanetçi diyorlar, bu mudur vatana ihanet? Ben kendimi Şeyh Said'in torunu olarak görüyorum. Şeyh Said'i anmak da vatana ihanetmiş. Topal Osman'ı anmak nedir o zaman? Meral Akşener'e sesleniyorum. Topal Osman'ın yapmadığı cinayet kalmadı. Bugün hala (33 Kürt köylüsünün bombalanmasını sırasında görevli Türk Subayı) Mustafa Muğlalı'nın isimi caddeye vermekte sıkıntı yok ama Şeyh Said ve Seyit Rıza'yı anmak suç öyle mi? Kenan Evren darbe yaptı, darbeden yargılandı ama adının verilmediği yer kalmadı. Şeyh Said'i anmak vatana ihanet, hangi vatana ihanet?

Bu salonda bizim şahsımızda Kürt ve Kürdistan gerçeği mahkum edilmek isteniyor. Ben Kürdüm, anavatanım Kürdistan’dır, her iki kimliğim onurdur, kimse bu değerleri yargılayamaz. İmralı’da hukuksuzca tecrit altında tutulan Öcalan müzakerenin tarafıdır. Silahların terk edilmesinin yolunun Sayın Öcalan ile müzakereye bağlı olduğu, devletin de birçok defa hakkını teslim ettiği bir hakikattir. Bunun gibi birçok davanın altında yatan ideolojik nedenleri tartışıyoruz. Çünkü bu dava ideolojik ve siyasi saiklerle açıldı. AİHM de davanın ideolojik ve siyasi saiklerle açıldığına ve siyasi bir dava olduğuna dair bir hüküm verdi. Bu saiklerin tarihsel nedenlerine değinerek devam etmek istiyorum. Yükselen milliyetçilik akımına karşı Anadolu, İslam medeniyeti ile kuşatılmış bir coğrafya olduğu için bu akımlarla ürkütmediler. Peki neden önce yakın davranıp sonrasında tek dil tek inanç gibi dayatmayı tercih ettiler? İttihat yöneticileri sosyalizm, faşizm, Müslümanlık arasında gel git yaşıyorlardı. Sağlıklı bir ideolojiye sahip değillerdi. Türkçülüğü de tartışıyorlardı. Rusya’da 17 Ekim Devrimi’nin etkisiyle sosyalizmi de tartışıyorlardı, faşizmi de tartışıyorlardı. Anadolu toprakları 1300 yıl İslam medeniyetiyle yoğrulduğu için Kurtuluş Savaşı öncüleri halkın yanına giderken İslami söylemi bir taktik olarak söylüyorlardı. Bunu inanarak, bilerek yapmadıklarını o dönemli mektuplaşmalardan, telgraflardan anlıyoruz. Neden önce Müslüman halkı yanına alıp sonra Türk Kürt ayrımı yapmaksızın herkesin medeniyetini, kültürünü, inancını yok sayan yeni bir kültür yaratmaya çalışan resmi ideolojiyi dayattılar?

O dönem Türk aydınları bu tartışmaları yakından izliyorlar. Bir yandan Osmanlı’nın son dönemlerinde dağılmaktan kurtulmak için ‘Türkçülük bir çimento olabilir mi’ diye tartışıyorlar. Bir yandan da gözleri faşizm ve sosyalizmdeydi. Anadolu insanına hangi gömleği giydireceklerine bakıyorlar. Almanya’da faşizm yükselirken İspanya’da, İtalya’da benzer faşist akımlar yükseliyor. Türk ırkçılığını da bu akımlar etkiliyor. Osmanlı’yı bunun üzerinden kurtarmaya çalışan Türk aydınları da var buna karşı çıkanlar da var. Mustafa Kemal öncülüğünde gelişen Kurtuluş Savaşı’nda Müslüman Türk ve Kürtler etkilenmeye çalışılıyor. Müslüman olmayanlar büyük oranda halledilmiş durumda. Bu birliğin sağlanamaması halinde eldekinin de kaybedileceği düşünülüyor. Din üzerinden milliyetçiliği savunan bir kesim var. Kazım Karabekir gibi isimler birleştirici çimentonun din olduğunu savunuyorlardı, Cumhuriyet Halk Fırkası bunları kendi içinde yoğun biçimde tartışıyordu. 1946’da çok partili sisteme geçilirken Adnan Menderes öncülüğünde CHP ikiye ayrıldı, bu yol ayrımı bugüne kadar devam etti. Adnan Menderes ve arkadaşları birleştirici çimentonun din olduğunu savunurken Mustafa Kemal ve arkadaşları laiklik üzerinden bunu da ucube bir biçimde tanımlayarak bu iki hat topluma dayatıldı. O dönem Ermenilerin kurduğu Taşnak Partisi vardı, programları dolayısıyla ileri partiydi. Onlar başarılı olamadılar. Ermenilerin başına gelenlerden sonra bu topraklardan tasfiye oldular.

Mustafa Suphi öncülüğünde bir grup Türk sosyalisti sosyalizmi geliştirmeye çalışıyorlardı. Mustafa Suphi ve arkadaşları gemiyle Karadeniz’de bindirildikleri gemilerinin batırılmasıyla tasfiye edildiler. Türkiye Komünist Parti doğmadan bu girişime ket vuruldu. 1921 anayasası önemlidir burada Türkçülük tanımlanmamıştır. Bugünkü tanımlarla uzaktan yakından alakası olmayan, bugüne kadar yapılan en gerçekçi yasadır. Belki eksikleri vardır ama halka en çok değen anayasadır. Cumhuriyetin kurucu kadroları şuna inanır: ‘Bizim esas alacağımız çizgi modern çizgi olmalıdır. Halkı kandırdık desteğini aldık ve artık devleti modernleştirmemiz lazım’ diye düşündüler. Kurtuluş Savaşı’na destek veren Müslüman halklar arasında da bu durum çatışma yaratıyor. Bunların başında Kürtler gelir."

Kürtler Kurtuluş Savaşı’nda yer almışlar, Amasya ve Sivas Kongrelerinde yer almışlar, ülkenin kurtuluşu için canla başla çaba harcamışlar. Bunları tespit olarak söylüyorum, destekliyorum desteklemiyorum ayrı bir meseledir. Halkın mebusları aşağılanmaya başlandılar. Misak-ı Milli parçalanmıştır, bunun içerisinde bütün Kürt bölgesi vardı. Bütün güneydeki Kürt bölgesi Misak-ı Milli’nin içerisindedir. Lozan’da bu başarılamaz, zaten Sykes-Picot Anlaşması ile bu sınırları parçalamışlardır, Güney Kürdistan, Türkiye sınırları dışında kalmıştır. Keşke o gün Kürdistan’ın o bölgeleri Türkiye sınırları içerisinde olsaydı, keşke Türkiye’nin Kürt sorunu olmasaydı. Ama geri dönüp baktığımızda Irak’ta Suriye’de Kürtlere zulüm yapıldı ama hiç olmazsa Kürtler inkar edilmedi. ‘Siz Kürt değilsiniz Arapsınız, Farsısnız’ demediler. Saddam’ın Baas rejiminin zulmünü gördüler. Misak-ı Milli tamamlanmış olsaydı belki bu sorunları yaşamış olmazdık. Belki okuyamadılar belki barbarlıklarından değil korkularından kaynaklı bizim açımızdan, Kürtler açısından vahim bir hata yaptılar. Kürtleri inkar ettiler, ‘Kürtler var olduğu sürece Kürtçe eğitim yaptıkları sürece ırka dayalı bir millet yaratamayacağız bu da Türkiye’yi bölme tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak’ dediler.

Bugün yargılanmamıza kadar süren yaklaşımlar o gün yapılan hatalardır. Milliyetçilik kavramı çıkınca hızla bu kavrama sarıldılar. 'Türk kimdir'i çok tartıştılar. Bunu Türk aydınları yaptılar. 64 bin kişinin kafatası ölçülür, buna Mustafa Kemal bizzat destek verir, Afet İnan’a destek verilir ve bunun üzerinden antropoloji çalışmaları yapar. Bu süre zarfında Kürtçe yasaklanmıştır, Kürtçe eğitim yasaklanmıştır. Kürtçe eğitim vardı, medreselerde Kürtçe eğitim yapılırdı. Medreselerde yetişen bir sürü Kürt alimi vardır onlar orada eğitim görmüştür. bu topraklarda Türkçeden önce Kürtçe eğitim yapılmıştır. Yusuf Akçura, Afet İnan gibi Türk milliyetçileri hem ırk hem de kafatası ölçülerinden yola çıkarak Türkçülüğü tanımlamaya çalışırlar. Tek millet tek halk fikrini oluşturmaya çalışırlar. Büyük şanlı ve milli bir geçmişe ihtiyaç vardır ama yeni tanımlanan Türkün milli ve şanlı bir geçmişi yoktur. Selçuklu’dur ve Osmanlı’dır, orada da başarı ümmete aittir. Osmanlı Sarayı’nda Türk kavramı aşağılanma sebebidir. Ötekidir orada. Bu ötekileşmiş, aşağılanmış, özgüvenini yitirmiş kimliğe yeni ve şanlı bir taraf kazandırmak kolay değildir. Türk Tarihi Kurumu burada devreye girer, ona Türk tarihi yazdırılır, Güneş Dil teorisi oluşturulmuştur. Bütün ırkların Türklerden türediği sözde bilim adı altında yazılır çizilir. Mustafa Kemal o tarihlerde yaşıyor, bunları destekler. Kürt ve Kürdistan beylerine ‘ellerinizden öperim’ diyen Mustafa Kemal’den eser yoktu.

Şimdi Türkiye’deki Kemalistler bunlarla yüzleşmeden, bu gerçekleri açığa çıkarmadan Kürt sorununu anlayamazlar. Sınıf sorununu da anlayamazlar o yüzden solcu olamıyorlar, demokrat olamıyorlar. Türkiye’deki tek parti sistemi tüm bunları uygulamak için de elverişliydi. Çünkü muhalefet yoktu karşılarında. Örgütlü bir Kürt gücü yoktu. Karabekir tasfiye edilmişti. Zamanın ünlü milliyetçileri ocaklar çatısı altında toplanıp Türk milliyetçiliği inşasında önemli roller oynuyorlar. Bunları yaparken meydan boş. Kürtler çaresiz, idamlarla, sürgünlerle dağılmış durumdalar. Dilleri yasaklanmıştır. Bugün partimize bu kadar saldırılmasının sebebi yok. Bugün bu tezleri savunacak yüz binlerce Kürt aydını var. O zaman yoktu. 1950'lerin sonuna kadar dikensiz gül bahçesi yaratıp tarih kitaplarında çocuklara okuttular. O günün çocukları büyüdü, bakan oldu, bürokrat oldu, hakim oldu, savcı oldu. Onların çocukları ilk Kürdü gördüklerinde tüyleri diken diken oldu. "Sen nereden çıktın" dediler. Çünkü bir tarihi süngerle sildiler. Kitapta böyle yazıyordu ama evde, sokakta, köyde böyle değildi.

Bugün hala bunun gerilimi yaşanıyor iki hat arasında. Partimiz üçüncü yol olarak kendini tanımlıyor. İki yol da bu toprakları barışa huzur kavuşturamaz. Bu iki hat da yanlış yerden başladı. Gelin onu konuşalım, düğmeyi baştan düzgün ilikleyelim. İslamcılar bunu anlamaktan uzaklar çünkü devletteler, iktidardalar.'  1924 ve sonrasında inşa edilen Türklük bizi kapsamıyor. Beni kapsamıyor, iki kızım var onları da kapsamıyor. Bu bizim boş bir iddiamız, durup dururken itiraz ettiğimiz bir şey değil. Bunlar, Türklüğü yazanlar 'seni kapsamıyor' diyor. sen ancak Türklüğe biat edebilir ve dönme olabilirsin. Orada da biz seni dönme olarak fişleyeriz. Devlete, Türklüğe hizmet ettiğin oranda seni ödüllendiririz. Düşünürüz, seni asmayız kesmeyiz’ diyorlar. 'Bugün Kürtler her şey olabiliyor' diyenler bunu kast ediyor. Herkesin kendi tercihi, saygı duyarız. Biz değiştirmedik, değiştirmek de istemiyoruz. Kürdüz, ana vatanımız da Kürdistan. Orada duruyor. Türk Tarihi Kurumunu toplayıp Güneş Dil Teorisini geliştirenler, 'biz bunları engellemezsek bunlar şöyle böyle olur' diyenler dedi diye ben nasıl kabul edeyim? Ben inkar etsem tarih, coğrafya nasıl inkar etsin? Birileri inkar etti diye yok mu oluyoruz? Türk Tarih Kurumu toplansın desin ki ‘Ağrı Dağı yoktur’. Ağrı Dağı yok mu oluyor? Sonra gidelim Ağrı Dağı’na kararı okuyalım, 'Ey Ağrı Dağı TTK kararına göre sen yoksun.' Yok olur mu Ağrı Dağı? Yok olmaz! Kürdistan böyle bir coğrafyadır. Kürdistan’dan bahseden hiç kimse Türkiye bölünsün diye bunu dile getirmiyor. Makedonya’ya Kilikya deyince neden tüyleriniz diken diken oluyor? Mezopotamya, Anadolu deyince neden tüyler diken diken oluyor? Hiçbiri Türkçe bile değil.

Amed deyince de tüyler diken diken oluyor. Trabzonlu kardeşimin neden tüyleri diken diken oluyor? Bana söyler misiniz, Türkçe’de Trabzon’un anlamı nedir? Ankara, Trakya Türkçe mi? Kayseri Türkçe mi? Bunlara tüyleriniz diken diken olmuyor da şehirlerimizin ismini Kürtçe anınca niye tüyleriniz diken diken oluyor? Mesela Antalya Türkçe mi? Antalyalılara bir sorun nedir Antalya'nın anlamı? Neden çocuklarınıza Antalya ismini koymuyorsunuz, neden Sinop ismini koymuyorsunuz? Türkler bu topraklara geldiğinde biz Kürtçe onlar Türkçe konuşuyordu ama bir şekilde anlaştık. Bunlar saçma sapan milliyetçi hezeyanlardır. Ne gerek var bunlara? Sinop ise Sinop, Amed ise Amed. Bırakın tarihi kültürel isimlerle yaşatalım. Bu coğrafya hepimizin ise sen niye benim anavatanımın isminden rahatsız oluyorsun? Türk vatanı kızıl elma deyince, bütün dünya Türklerin deyince gurur duyuyorsun da biz, bizim ülkemiz Kürdistan deyince niye rahatsız oluyorsunuz? Bu da bizim ülkemiz. 1000'li yıllarda Türkler Orta Asya steplerinden atlarının üzerinde geldiğinde Farslılardan sonra karşılaştıkları ilk halk bizdik. Kürtçe konuşuyorduk geldiklerinde. Biz Müslümanlığı kabul etmiştik. Türkler daha yeni Müslümanlıkla tanışmıştı. Onlar Türkçe biz Kürtçe konuşuyorduk ve anlaştık. Alparslan Malazgirt’e gidince Kürtlerden destek istedi. Alparslan mezarından kalksa Bahçeli ve Erdoğan’a 'utanmıyor musunuz' der.

Hiç Alparslan 1071'de şöyle demiş midir: 'Farqin beylerinden, Erciş beylerinden destek isterken gelin Bizans'a karşı birlikte savaşalım ama Kürtçe yasaktır.' Demediler. Bugün gidiyorlar Ahlat’ta Malazgirt’te Bahçeli, Erdoğan her yıl 1071 zaferini kutluyorlar. Alparslan dirilse de kalksa mezarından dese ki "Utanmıyor musunuz? Biz burayı Kürtlerle birlikte aldık, birlikte savaştık. Ayıp değil mi siz bin yıl sonra Kürtlerin dilini yasaklamışsınız bir de gelmiş beni anıyorsunuz. Irkçılıktır bu, başka bir şey değildir. Irkçılık zehirlidir. Kana bulaştı mı gözün hiçbir şeyi görmez. Karşındaki ne hissediyor, onuru haysiyeti kırılıyor mu kimse bunu hissetmiyor. Kürt sorunu nedir? Ama müsaade ederseniz en yalın anlaşılacak şekilde anlatayım. Heyetiniz mutlaka biliyordur, savcı da biliyordur. Yıllarca bu yargılamaları yaptınız eminim Kürt sorunu uzmanı oldunuz. Ama müsaade edin ben de kendi üslubumla anlatayım. Kürt sorunu nedir' gelin hep birlikte test edelim. Not olarak buraya geçsin. Ben kendi açımdan nasıl tarifliyorum? Kürt sorunu hepimizin sorunudur. Sorunu çözmek için el ele vermek hepimizin boynunun borcudur. İşe empati yaparak başlayın mesela, sonra tarihi gerçekleri öğrenerek devam edin. Ve artık siz de biraz Kürtçe öğrenin. Aslında Kürt sorunun ne olduğu bugüne kadar herkes tarafından bilinmelidir. Çünkü bu sorun ülkenin çok uzun yıllardır çözülemeyen sorunlarının başında geliyor. Sorunun ne olduğu konusunda bir netlik görülmüyor. Kimileri Kürt sorununu yeni yeni duyuyor. Çok kısa bir tanım yapmak gerekirse Osmanlı devletinin son dönemlerinde başlayıp Cumhuriyet’in ilk yıllarında derinleşen sorun Kürt sorunudur.

ani sorun Kürtler değil Kürtlere yaşatılanlar bütünüdür. Kürt sorunu çok boyutlu ve önemli bir konudur. Birçok kitapla bile sorunun boyutlarını anlatmak kolay değil. Sorunun siyasal, sosyal ve ekonomik pek çok yönü var. Dolayısıyla ben burada Kürt sorunu nedir tam olarak yanıtlayamam. Süremiz de yetmez. Fakat Kürt sorunu genel hatlarıyla bizim bildiğimiz yaşadığımız bir sorundur. Pek çok insan 'AKP Kürt sorununu çözdü' diye yanılıyor, yanıltılıyor. Bazıları da ‘Kürt sorunu yoktur’ diye yanılıyor. Peki sizin Kürt sorununuz var mı? Deneyelim, bakalım. Bizimki var mesela. Sizinki var mı? Fakat bir ricam var, soracağım soru olabildiğince dürüstçe yanıtlansın. Sonuçta Türkiye’nin uzun yıllardır can yakan sorununu konuşuyoruz. Daha evvelki gün bu ülkenin 12 evladı yaşamını yitirdi. O yüzden ön yargıları bir kenara bırakalım, şu dediklerime kulak verin. Gerçekten önyargıları bırakır dostça, kardeşçe bir sohbete başlarsak aslında bu ülkede yaşayan herkesin bir Kürt sorunu olduğunu göreceğiz. Kronolojik bilgi bombardımanı ile kafanızı şişirmeyeceğim. İlk sorumu soracağım. I love you. Ez ji te hez dikim. Ich liebe dich. Je t'aime. Hangisi olduğunu tahmin edebiliniz mi? Bin yıldır birlikte yaşadığınız halk 'sizi seviyorum' dediğinde mi anlıyorsunuz, bir Alman, Fransız ya da İngiliz söylediğinde mi anlıyorsunuz? Kürtçeyi anladınız mı? Hayır mı? Tahmin bile edemediniz mi? O halde sizin bir Kürt sorununuz vardır.

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ....

 

 

Kaynak:gazeteduvar

HABERE YORUM KAT
UYARI: Yorumlarınız editör onayından geçtikten sonra yayınlanacaktır. Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Yapılan yorumlardan yazarları sorumludur. Kurumumuz hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.