Yalan - İftira, korkunun dile geliş biçimidir

Yalan - İftira, korkunun dile geliş biçimidir

“Ön Yargı; hayata kirli bir camdan bakıp her şeyi kirli bilmektir.”

İLHAN AKBAŞ/ YAZDI

Kapitalist modernist sistemin, insanı insanın kurdu haline getiren düzeni, her geçen gün toplumsal yaşamda çıkarcılığı, yalancılığı, dedikoduculuğu kanser hücresi gibi çoğaltmaktadır. 

Toplumu bir arada tutan ahlaki dokuyu aşındırarak bireyci, bencil, kişilikler yaratmaktadır.

Tarihin tüm dönemlerinde “Dedikodu” “iftiracılık”olumsuz anlam yüklenen kavramlardan birisi olagelmiştir. İnsanlığın sosyal ve kültürel evriminde önemli bir yere sahip dinlerdede, ve onlara ilişkin kutsal kitaplarda da olumsuz biçimde yer almış; bu tür faaliyet içerisine girenler kınanmış ve lanetlenmiştir. 

Tüm kutsal kitaplarda ve toplumun kolektif vicdanında böylesine net çizgilerle kınanmış ve lanetlenmiş olması, dedikoduculuğun, iftiracılığın insan yaşamına büyük bedeller ödettiğinin göstergesidir. Bu anlayışın, sadece kutsal dinlerde değil, tüm toplumsal sistemlerde de büyük bir tehlike ve tahribat yarattığını gösteren sayısız örnekler vardır. 
Oxford English Dictionary sözlüğünün tanımına göre kıskançlık; şüphe, kurgu yada mevcut bir rekabetin farkında olmaktan doğan bir ruh halidir.

Bu anlayış her ne kadar basit bir kıskançlık duygusundan açığa çıktığı gibi görünse de, nedenlerinin üzerinde daha ciddi durmak gerekmektedir. Zira Kapitalist modernist sistemler, toplumun kolektif vicdanını, ahlaki özünü tahrip etmedikleri sürece, toplum üzerinde sömürü sistemlerini gerçekleştiremezler.

Dolayısıyla tahakkümün, sömürünün gerçekleşebilmesi için bu dokunun parçalanması gerekmektedir. 
Bu doku, toplum içerisinde güvensizliği, rekabeti, iftiracılığı yerleştirmeyle parçalanabilir. 

Kimsenin kimseye güvenmediği, Toplumu sürüleştirerek, her koyunun kendi bacağından asıldığı, gemisini yürütenin kaptan olduğu, bireyci bir ortam; sömürü düzeni için dikensiz gül bahçesidir. 

Fetö alçaklığının yıllar önce müritlerine tembihlediği ve basına sızan konuşma metinlerinde, özellikle etkisine alamadığı bölgemizde,toplum içerisinde “dedikodu yayın, dürüst, demokrat şahsiyetleri karalayın, itibarsızlaştırın” söylemleri dikkat çekilmeye çalışılan konuya iyi bir örnektir.

Dedikoduculuk, yalancılık beraberinde sefil bir iftiracılığı da getirerek toplumsal yaşamın niteliğini her geçen gün zayıflatmaktadır. Çıkarları için manipülasyona tabi tutamayacağı hiçbir şey yoktur. 

Maalesef bu ve benzeri yönelimlere alet olan zayıf kişiliklere rastlamak gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiştir. 
Bu yönelimlere bilmeden alet olmak, basit bir kıskançlık, bilerek yapılıyorsa, toplumsal dokunun tasfiyeciligidir. 
Bu anlayış, kimi zaman da geri, yoz, korkak, kıskanç ve kaçkın yönlerini perdelemek, gizlemek için dedikoduculuğa, olay ve olguları muğlaklaştırmaya çalışarak ta kendini gizleme yoluna gidebilmektedir. Kendi ucuz hesaplarının yarattığı kaygıları, şüpheleri, toplumun tamamının kaygısı olarak dolaşıma sokma çabasıyla da, dedikoduculuğun profesyonel halini temsil etmektedir. 

Ekonomiden, politikaya, çalışma yaşamından, gündelik yaşama daha bir çok alanda karşılaşılan olumsuzluklar bu anlayıştan bağımsız ele alınamaz. 

Çıkarlarına ters gelen veya engel olarak gördüğü kişiyi töhmet altında bırakmak, kişileri veya kurumları, yargı kararları olmadan suçlayarak, masumiyet karinesini   ayaklar altına almak, bir çırpıda suçlu göstermek, itibarsızlaştırmak, ucuz bir rekabet hırsı ile kişiyi ucu - bucu olarak itham etmek, soldan sağa ideolojik kişi ve kurumlarda görülen bir hastalıktır. 

Bu ve bunun gibi hastalıklı anlayışların saldırılarına karşı, her ne kadar Mevlana’nın “Suskunluğum asaletimdendir” cümlesi ile başlayan özdeyiş insanın duygularını tatmin ediyorsa da, bu tarz kaçırtıcı, kamplaştırıcı yönelimlere karşı, insanın kendisine olan güveni her şeyin üzerinde bir rol oynamaktadır. 

Aslında doğadaki en zayıf tür olan,ancak bu zayıflığını toplumsallığı ile büyük bir güce dönüştüren,  İnsan ailesinin ferdini, böylesi hallerde görmek, büyük bir hüzün yaratmaktadır. “Modernitenin”  kendi ilkelliğini ve barbarlığını gizlemek için, her fırsatta ilkel olarak tanımlamaya çalıştığı, doğal toplum dönemlerinin insanları bu hastalıklı anlayışın zavallılığını görselerdi,yaşadıkları onca doğa ve iklim zorluklarına, salgın hastalıklara rağmen geliştirmiş oldukları yaşam mirasının anıları onlarda derin bir hüzne neden olacağına şüphe yoktur. 

Her ne kadar bu hastalıklı anlayışlar kendisini bir kültüre dönüştürme çabası içerisine girerek toplumda var olmaya çalışsa da, köklerini binlerce yıllık tarihin derinliklerinden alan ahlaki ve vicdani toplum değerlerini alt edemedikleri gibi, bu değerlerin karşısında her geçen gün daha da rezil olacakları tartışma götürmeyecek bir gerçektir.